Rene Magrette / Les Amants II

“Benim resimlerim hiçbir şey anlatmayan görsel imgelerdir. Akla gizemi getirirler. Doğrusunu isterseniz, benim resimlerimi gören biri kendi kendine şu basit soruyu sorar: ‘Bunun manası ne?’ O resmin bir manası yoktur. Çünkü zaten gizem de aslında hiçbir şeydir, bilinmeyendir.”
21 Kasım 1898’de Belçika’nın Lessines şehrinde terzi Leopold Magritte ile kadın şapkacısı Adeline Magritte’in en küçük çocukları olarak dünyaya gelen Rene François Ghislain Magritte, sürrealizm denilince akla gelen ilk isimlerden biri Salvador Dali olmasına rağmen gerçeküstücülük akımının en önemli temsilcilerindendir.
Bir dönem kübist, empresyonist ve fütüristik anlayışta çalışsa da eserlerinde sürrealizmi benimsemiş ve tablolarında ürkütücü, korkutucu, komik ve tuhaf düşsel imgeleri işlemiştir. Bildiğimiz nesnelere yeni anlamlar kazandırdığı ve sıradan objeleri alışılmadık biçimde gösterdiği eserleri popüler kültürün de bir parçası olmuştur.
Rene Magritte’in Fantoma’ya karşı özel bir hayranlığı vardır. Fantoma, Pierre Souvestre ve Marcel Allain’in 1912 ve 1914 yılları arasında birlikte yazdıkları 43 ciltlik kitap serisinin anti-kahramanıdır. Roman, çizgi roman ve sinemada gördüğümüz pek çok öge Fantoma’dan çıkmıştır. Magritte de Les Amants serisinde Fantoma kahramanına yakın bir şey ortaya çıkarmıştır.
Les Amants, Ingilizce adıyla The Lovers (Âşıklar) serisi toplamda 4 tablodan oluşmaktadır. The Lovers I ve The Lovers II haricindeki diğer iki tablodan biri The Invention, diğeri ise The Heart of the Matter’dır.


The Lovers I
1928Paris, France
73.4 x 54 cm
Museum of Modern Art, New York, USA
İlki 1928 yılında yapılmış olan The Lovers serisinin ikincisinde kırmızı renkli bir duvarın beyaz bir kartonpiyer tavanla birleştiği, arka planı gri renkli, bulutlu bir gökyüzünün oluşturduğu bir odada yüzleri beyaz bir bezle örtülmüş, öpüşen bir kadın ve erkek görüyoruz. Odada pencere ya da başka herhangi bir detay verilmemiş. Burada ressamın tüm dikkati âşıklara çekmek istediği sonucuna varabiliriz.
Âşıkların yüzünü örten beyaz örtü hakkında konuşmaya başlamadan önce Rene Magritte’in annesiyle ilgili olan trajik geçmişinden bahsetmek tam da yerinde olacaktır. Magritte’in annesi birkaç kez intihara teşebbüs eder ve babası annesini bir odaya kilitlemek zorunda kalır. Fakat annesi bir fırsatını bulup kaçar ve Sambre Nehri’ne atlayarak intihar eder. Magritte 14 yaşındayken, beyaz geceliğinin yüzünü örttüğü annesinin nehirde boğulmuş cesedinin sudan çıkarılışına şahit olmuştur. Bu yüzden pek çok kez ressamın bu tablosunda o görüntüden etkilendiği ve bunu eserine yansıttığı düşünülür ancak kendisi bu eleştirileri her seferinde reddetmiştir.
Tabloya döndüğümüzde âşıkların yüzündeki beyaz örtünün pek çok anlama geldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Rene Magritte’in, ″Gördüğümüz her şey başka bir şeyi gizliyor, her zaman gördüğümüzün ardında gizlenmiş olanı görmek isteriz.″ cümlesinde ifade ettiği gibi bir sorgulama anlamı çıkarabiliriz. Belki de örtünün arkasında gizlenen şeyleri hiçbir zaman öğrenemiyoruzdur. Yeterince dürüst olabiliyor muyuz karşımızdakine örneğin? Hislerimizi, düşüncelerimizi ve kişiliğimizi örtmeden tüm benliğimizle açık olmayı becerebiliyor muyuz? Gerek var mı bu örtüye? Karşımızdakinden bir şeyler saklamadan tüm duvarlarımızı yıkıp en saf halimizi göstermek çok mu zor? Bu örtü aşkla bir paradoks oluşturmuyor mu aslında? Magritte tüm bu sorularla bizi baş başa bırakıyor.
Bir başka perspektifle Zülfü Livaneli’nin, ″Aşk, bir uçurum kıyısında gözü bağlı yürümektir.″ cümlesinden yola çıkarsak Love is Blindness (Aşk körlüktür) yorumunu da yapabiliriz. Âşıkların yüzündeki örtü, aşkın insanın gözüne örttüğü perde olabilir. Arka plandaki kasvetli gökyüzü imkânsız bir aşkı ya da kavuşulamamışlığı da anlatıyor olabilir. Belki de gizli yaşanan yasak bir aşkı kamufle ediyordur o beyaz örtü veya beyaz renkli olduğundan dolayı saf ve gerçek sevgiyi simgeliyor da olabilir. Bana kalırsa bilinmezliği simgelemesi bile mümkün. Sadece aşk değil, hayat da kocaman bilinmez bir şey değil mi zaten?
Örtüyü körlük temasına zıt olarak görme açısından ele alırsak eğer ille görmenin, dokunmanın ve yan yana olmanın âşıklar için çok da mühim olmadığını, birbirini seven iki insanın her zaman birbirlerini görmeden de sevebilmelerinin imkânsız olmadığı yorumunu da çıkarabiliriz. Hatta aşktan çok da bağımsız düşünemeyeceğimiz ruh eşi kavramı açısından bakarsak, bir insanın her nerede ve her ne şekilde olursa olsun ruh eşini tanıyacağı çıkarımını yapmamız da mümkün.
The Lovers II

The Invention of Life
The Heart of the Matter

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Belleğin Azmi (La persistencia de la memoria) / Salvador Dali

Picasso Portresi / Salvador Dali

İskandinav Mitolojisi