Kendine ait odası olmayan kadınlar: Bronteler
“Tehlike, yalnız ve belirsiz bir gelecek, mutlaka kasvetli ve kötü olmak zorunda değildir, yeter ki karakter sağlam olsun ve yetiler kullanılabilsin; yeter ki özgürlük bize kanatlarını ödünç versin, umut bize yıldızıyla rehberlik etsin”
–Charlotte Bronte
–Charlotte Bronte
Çelişkiler dönemi olan Victoria Çağında yaşayan Bronteler, isimleri ve yazdıkları bugüne değen üç kız kardeş. Kedine ait bir odaları yoktu, zorlu bir yaşam sürdüler, bazıları edebi üretimin zengin olmakla ilgili olduğunu söyledi ama onlar buna inat, kalemleriyle edebiyat dünyasına kendini kanıtladı. Üstelik sadece İngiltere’de değil, dünya çapında okunan yazarlar oldular. Oysa dünya edebiyatındaki neredeyse tüm yazarlardan farklı yaşam koşullarına sahiplerdi. Sağlıksız yurt ortamı, erkenden yitirilen bir anne, sarhoş bir ağabeyin bazen şiddete varan davranışları, ilgisiz bir baba, onların üretim sürecini etkiledi ama engelleyemedi.
1816 yılında Yorkshire’de dünyaya gelen Charlotte, 1855 yılında daha 39 yaşındayken veremden dolayı yaşamını yitirdi. Bronte Kardeşlerin en büyüğü olan Charlotte, kısa yaşamında gereken üne kavuşamasa da dönemin edebiyat çevrelerinin olumsuz eleştirilerinden kurtulamamıştı. Kadının konumunun oldukça geri planda olduğu bir dünyada kadının yazması da hoş karşılanmamıştı. O yüzden Charlotte’un da bu tepkiyi alması dönem zihniyeti itibariyle çok da tuhaf değildi. Yazarlık serüveni başlamadan önce çağdaş edebiyattan besleniyordu. Kardeşleriyle birlikte zaman geçirdiği kütüphanede, İngiliz edebiyatının ünlü şair ve yazarlarını okuyordu. Bu durum onun edebi kişiliğinin gelişimine katkı sağlamıştı.
Charlotte, 1831’de Mirfield’deki Roe Head okuluna öğrenci olarak gitti. Ertesi yıl Haworth’daki evde bulunan kız kardeşlerine eğitim vermek için buradan ayrıldı. 1835 yılında buraya geri dönen Charlotte, öğretmenlik için çabaladı. Nitekim bu sefer burada öğretmenlik vasfıyla bulunuyordu. 1838’de okulu bırakmasının ardından 1839 ve 1841 yıllarında iki zengin ailenin yanında mürebbiyelik yaptı. 1842 yılında ise kardeşi ile birlikte dil eğitimi almak için Heger çiftinin yönettiği bir okula gitti.
Charlotte’un kalemi en büyük etkiyi bu okulda aldı. Çünkü burada izlerine Profesör’de de Vilette’de de rastladığımız ümitsiz ve yoğun bir aşka yakalandı. Hocası ve aynı zamanda evli bir erkek olan Bay Heger’i seviyordu. Teyzesinin ölümüyle burada çok uzun kalmasa da bu aşk ona büyük bir ilham kaynağı olmuştu. Bu aşktan Heger’in ise çok sonra, Charlotte’un biyografisini yazan Gaskell’in 1856’da onun için yazılan mektuplardan söz edince, haberi oldu. Teyzesinin ölümüyle birlikte ayrıldıkları okula, daha sonra Emily’i evde bırakarak İngilizce öğretmenliği görevi yapmak üzere yeniden döndü. Burada bir yıl daha kaldıktan sonra tekrar Haworth’a geçti. Artık hayal gücünün ürün verme zamanı gelmişti. Charlotte’un girişimiyle üç kız kardeş takma adlar kullanarak 1846 yılında şiir kitabı çıkardılar.
Charlotte, ad ve soyadının baş harfiyle başlayan Currer Bell adını kullandı. Currer Bell’in ilk eseri Profesör’dü. Fakat bu kitabı ölümüne kadar yayınlanmamıştı. Charlotte’un yazın hayatının başlaması ise 1847 yılında yayınladığı Jane Eyre ile oldu. 1849 yılında diğer romanı Shirley yayınlandı. Bu arada hâlâ Currer Bell ismini kullanıyordu. Romanın yayınladığı sırada, kardeşlerini kaybetmiş olmasından dolayı üzüntü içindeydi ve bu romanına da yansımıştı. Başarılı, konuşulan bir eser olmuştu ama Jane Eyre kadar gündem yaratmamıştı. Günümüzde tüm araştırmacılar tarafından onun olgunluk dönemi eseri olarak kabul edilen Vilette ise 1853 yılında yayınlandı. Sağlık problemlerine rağmen eserleriyle edebiyat dünyasına katkıda bulunan Charlotte, kardeşlerinin hepsini kaybedince, işlerini bırakıp evine döndü ve burada kendisini babasına adadı. Burada Mr. Nicholls ile evlendi. Evlilikleri, Charlotte’un hastalanması nedeniyle çok uzun sürmemişti. Zorlu ve sorunlu geçen, verem nedeniyle son bulan hayatı gizemini korusa da geriye bıraktığı az sayıdaki eseriyle halen konuşulmakta.
İngiliz Edebiyatı’nın tanınmış en iyi kadın şairi olarak anılan Emily, bu ismi, şiire hiç bitmeyen tutkusundan aldı. Bu noktada kardeşleri Charlotte’un ve Anne’in izlediği yoldan farklı bir yol izlemişti. Onların şiire olan merakı çok uzun sürmemişti. Küçükken kütüphanede toplanıp düşleriyle şekillendirdikleri şiirleri üç kız kardeşten ortancası olan Emily sonlandırmamış, yazmaya devam etmişti. Üçünün birlikte yazdıkları şiirleri, Charlotte’un girişimiyle birlikte takma adlarıyla yayınlamalarının ardından, o da tıpkı ablası gibi edebiyat dünyasından vazgeçmedi ama o, şiire ağırlık verdi. 1818 yılında Yorkshire’de dünyaya gelen Emily, yaşadıkları zorlu koşulların olumsuz etkisinden payını almış, aynı kaderi paylaşacağı diğer kardeşleri gibi o da 1848’de otuzuna bastığı sırada veremden ölmüştü.
Geriye sadece bir romanı kalmış olmasına karşın bu romanı güçlü bir şekilde kaleme almış olmasından dolayı hem çok okunmuş hem de bugün de dâhil olmak üzere adından çok söz ettirmişti. Romanını yayınlamadan önceki dönemlerde, ablasıyla birlikte o da hayallerini gerçekleştirmek için çaba harcıyordu. Daha önce öğrenci olarak gittikleri Brüksel’e öğretmenlik için gittikleri zaman kendisi müzik öğretmenliği yapmıştı. Emily bunun dışında başka özel bir okulda da öğretmenlik yaptı. Tüm bu süreç sırasında yaptığı çalışmaların pek azı elimize ulaştı. Tek romanı olan Uğultulu Tepeler 1847 yılında yayınlandı. O da aynı yöntemle bir takma ad kullandı, onun takma adı Ellis Bell idi. Emily’nin şiirlerinde mistik bir hava var ama bu, dini içerikli bir mistisizm değil. Onun mistisizmi tanrıya değil doğayadır. Emily ölüm için şöyle der:
“Güneşli saçlarımın
Ot köklerine sarıldığı zamandır…”
Ot köklerine sarıldığı zamandır…”
Onun bu ve benzeri tüm şiirlerinde doğayla bütünleşme isteği, doğa mistisizmi var. Tek romanında olduğu gibi şiirinde de dönemden farklı bir üslubu olan Emily, en iyi şiir yazan kadın övgüsünü aldı çünkü onun şiirleri, özgün, yoğun ve güçlü şiirlerdi. Onun doğaya duyduğu merak hayatının her alanına işlemişti. Charlotte, Mrs. Gaskell’e ondan bahsederken, insanlardan çok hayvanları sevdiği ve onlarla daha iyi vakit geçirdiğini söylemişti. Emily’nin doğa tutkusu, romanının adından karakterin ismine kadar kendini göstermişti. Uğultulu Tepeler‘in hırçın karakteri Heathcliff, fundalık ve sarp yokuş sözcüklerinin birleşimiyle oluşan bir isme sahiptir ve bunun dışında romanın her yanından doğa taşar. Hayatı, diğer Bronteler’de olduğu gibi sınırlı bir şekilde bilinen Emily, ailenin kaderinden kaçamadı. Hastalık onun da genç yaşta ölmesine sebep oldu. 1848 yılının Eylül ayında kaybettikleri Branwell’in cenazesi sırasında soğuk algınlığına yakalanınca tedavi edilemedi. Aralık 1848 yılında ise tüberküloz nedeniyle hayatını kaybetti.
Anne Bronte, gölgede kalmış bir kardeşti. Brontelerin en küçüğü olan bu kadın, bunun talihsizliğini hep çekmişti. Anne Bronte’nin yazdıkları beğeni toplamamış, hayatı da pek ilgi görmemişti. Anne, hayatı bir paragrafla anlatılıp geçilen bir yazar olarak kaldı hep. Bu gölgede kalmışlığın bir getirisi olarak hayatı da eserleri de pek bilinmedi. 17 Ocak 1820’de doğan Anne, sadece üç kız kardeşin değil, altı kardeşin de en küçüğüydü. Bir yaşındayken annesini yitirdiği için bakımını teyzesi ve babası üstlendi. Birçok alanda bilgiye sahipken çok sayıda da dil öğrenmişti. Kardeşlerinin kütüphanede kurdukları hayali krallıklarda o da düş gücünü kullandı ve burada yaptıkları okumalara katıldı.
Charlotte’un öncesinde öğrencilik yaptığı ve daha sonra öğretmenlik için gittiği yatılı okula, Emily’nin sağlık problemi yüzünden kalamaması nedeniyle kendisi on beş yaşındayken öğrencilik için gitti. Burada iki yılını başarıyla geçiren Anne, mürebbiyelik için çabalamaya başladı. Çeşitli zengin ailelerin yanında çalışan Anne, dört yıl mürebbiyelik yaptı. Anne, 1840-44 yılları arasında zengin bir aile olan Robinson ailesinin çocuklarına öğretmenlik yaptı. Bu arada kardeşi Branwell de Robinsonların oğluna öğretmenlik yapmak için Anne’nin yanına gitmişti. Anne ise 1844 yılında tatil için evine gittiğinde bir daha buradaki işine dönmedi. Bunun nedeni olarak, Branwell’in öğrencilerin annesiyle yaşadığı ilişkiyi öğrenmesi görülüyor. 1845’de ortaklaşa yayınladıkları şiir kitabında onun da şiirleri yer aldı. Daha sonra bazı dergilerde de iki şiiri yayınlandı. Ama şiir konusunda o da Emily gibi değildi, edebiyat dünyasına iki romanıyla katkıda bulunmuştu. Anne’nin yazın hayatı 1847 yılında ilk romanı olan Agnes Grey’in yayınlanmasıyla başladı. Diğer Bronteler de dâhil dönemin pek çok kadın yazarının yaptığı gibi o da takma bir isim kullanarak eserlerini yayınladı.
Anne’nin takma adı Acton Bell idi. Acton Bell genç bir yazardı ve Agnes Grey, Charlotte Bronte’nin de içlerinde bulunduğu pek çok kişi tarafından eleştirilmişti. Tarzı, basit ve tutkusuz bulunmuştu. İkinci romanı The Tenant of Wildfell Hall (Wildfell Hall’ın Kiracısı), 1848 yılında yayınlandı. Türkçeye Şatodaki Kadın şeklinde çevrilen roman, yayınladığı yıl ilk baskısı altı haftada tükenirken yazar acımasız eleştirilere maruz kalmış, bu Charlotte’unkiler de dâhil olmuştu. Anne, kendisine yöneltilen bu eleştirileri cevap vermek amacıyla Şatodaki Kadın’ın ikinci baskısının önsözünde demişti ki “Genç ve deneyimsiz gezginler için hayatın tuzaklarını ve tehlikelerini açığa vurmak onları çiçeklerle ve dallarla gizlemekten daha iyi değil midir?” Üretken bir yazar olan Anne’nin yazın hayatı kardeşleri gibi sağlık problemi yaşamaya başlayınca yarım kaldı. Vereme yakalanan Anne, ılık havanın sağlığına iyi geleceğini düşünerek Scarborough’a gitmiş ancak üç gün sonra yaşamını yitirmişti. 1849 yılında henüz 29 yaşındayken hayatını kaybetti.
Onların kadın olmaktan ve ekonomik koşullardan kaynaklı zorlu yaşamlarını anlatan en iyi ifade ise Charlotte Bronte’ye ait. “Burada hepimiz gömülüyüz duygusu içindeyim” diyen Charlotte, yurtlarda geçen, öğretmenlik yapmak için durmadan çalıştıkları, hastalıklarla dolu hayatlarını bu cümleyle özetlemişti sanki. Bronteler hakkında yapılan araştırmalar hala sürüyor ve hayatları hakkında bilinmeyenler ortaya çıkmaya devam ediyor. Bazen sansasyonel, bazen dramatik yaşanmışlıklar gündeme gelirken Bronteler ve eserleri konusunda halen çalışılıyor.
Kaynak:
Elizabeth Langland, Anne Bronte: The Other One, Barnes&Noble Books, U.S.A., 1989.
Ghilbert Phelps, An Introduction to 50 British Novels 1600-1900, Pan Literature Guides, Londra; Pan Books, 1979.
Lyn Pykett, Emily Bronte, Barnes&Noble Books, U.S.A, 1989.
Mina Urgan, İngiliz Edebiyatı Tarihi, YKY, İstanbul, 2003.
John Bell Henneman, The Bronte Sisters, The Swanee Review, 9/2, Nisan 1901.
Elizabeth Langland, Anne Bronte: The Other One, Barnes&Noble Books, U.S.A., 1989.
Ghilbert Phelps, An Introduction to 50 British Novels 1600-1900, Pan Literature Guides, Londra; Pan Books, 1979.
Lyn Pykett, Emily Bronte, Barnes&Noble Books, U.S.A, 1989.
Mina Urgan, İngiliz Edebiyatı Tarihi, YKY, İstanbul, 2003.
John Bell Henneman, The Bronte Sisters, The Swanee Review, 9/2, Nisan 1901.
*Bu yazı gaiadergi nin sitesinden alınmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder